9 Mayıs 2015 Cumartesi

panoptikon - jenni fagan

Bu kitapta, Anais şahsında, ailesiyle ilgili hiç bir bilgiye sahip olmayan bir çocuğun duyguları ve düşünceleri var. Bu kız, bir deney bileşeni olduğunu düşünüyor.

"Sırf hiçbir yere ait olmayan kimsesiz birinin ne kadar zorluğa katlanabileceğini görmek için bir deney çerçevesinde beni yaratıp büyüttüler. Hiçbir şeye sahip olmamak matrak bir şey; kaybedeceğim bir şeyin olmadığı anlamına geliyor."

Bir şeyi yoksa da bir zihni var:

"Hayali fotoğraf makinemle resmini çektim ve hayali galerime astım."

"Acaba, biyolojik annem gerçek doğum günümde beni düşünüyor mudur? Veya belki de bir bilim insanı bir deney tüpüne şefkatle bakıyordur."

"Eğer idam cezasına çarptırılırsam son üç dileğim şöyle olur:

Birincisi: uçmak.
İkincisi: bir başarı elde etmek.
Üçüncüsü: gerçek annemin, babamın veya büyükannemin gözlerinin içine bakarak, gerçekten de beni üretenin deney olmadığını anlamak."

"Ya deney yoksa? Ya benim hayatım kimse için hiçbir önem arz etmeyecek kadar değersizse?"

İşte bu çok acı verici olduğu için, doğum günü oyunu oynuyor. Bu oyun şöyle oynanıyor: Şöyle bir annem var; böyle de bir babam olsun. Şöyle şöyle teyzelerim var; biri şurada, diğeri burada oturuyor. İşte bu ayrıntıları her oyunda değiştiriyor.

4 Nisan 2015 Cumartesi

Narsisizm Gerçek Benliğin İnkarı

Neden? Hakkında çok atılıp tutulan narsisizm neden vardır; neden meydana gelir? Asıl soru'nun bu olduğunu bu kitapla anladım. Ve aynaya baktığında ya da çevresinde maruz kaldıklarında da olsa, böyle bir sorunun herkesi olumsuz etkileme ihtimali var.

"Başarı gereksinimini sevme ve sevilme ihtiyacının üstüne koyan davranış kalıbında çılgınca bir yan vardır. Kendisine, vücuduna ya da duygularına ulaşılmasına izin vermeyen insanda çılgınca bir şeyler vardır. Daha yüksek yaşam standardı adına havayı, suyu ve toprağı kirleten bir kültürde de çılgınca bir şeyler vardır."

Evet, hep birbirimize bakıp olan bitenin normalliğine ikna oluyoruz belki, ama bunlar çılgınca.

Ben bu yazar sayesinde şunu anladım: Bireyin bir gerçek benliği var. Bu, bedeni, bedeninde mevcut duygularla somut bir gerçeklik. İnkar edilemez. Edilememeli. Ama ediliyor işte. Ne uğruna gerçek benlik ve duygular inkar ediliyor? Kişi, kendisini idealize ettiği bir imgeye sahip. Mesela, toplumda ne hoş karşılanmaz? Bazı kişiler için korktuğunu söylemek ölümden beterdir. Bu nedenle korku inkar edilir. Bazı kişiler için öfke, kıskançlık duyguları kabul edilemezdir. Bu, kişinin idealize ettiği imgesinde yer alamaz. İşte, idealize imgenin kovduğu bu duyguları, bu gerçeklikleri, kişi yok sayar.

"Asıl olan şey, narsisistin kendisini idealize ettiği imgesiyle tanımlamasıdır. Gerçek benlik imgesi kaybolmuştur."

Ama bu çok ağır bir şey. Duygular olmaksızın biz nasıl var olabiliriz? Duygular ve dolayısıyla bedenimiz, bize hayat, canlılık verir. Narsisistler ise, "bedeni zihnin bir aracı, iradelerinin uşağı olarak görürler."

"Narsisizm, insanın kendisine karşı imgesine yaptığı yatırımı gösterir."

Yani, bir gerçek benliğimiz var, bir de görüntümüz. Enerjisini görüntüsüne harcayan birinin enerjisi bitiveriyor: "Tüm enerjisini görüntüsünü muhafaza etmek için kullanan Mary, tükenmiş ve gerçek benliğiyle arasındaki bağ zayıflamıştı."

"Narsisistik bir bireyde eylemler duygulardan ayrıdır ve imge tarafından haklı çıkarılırlar."

"Narsisisti karakterize eden gösterişli benlik imgesi, benlikle ilgili yetersizlik ve etkisizlik duygusunu telafi etmek için oluşturulmuştur."

İmge varsa ne olmuş, diyebiliriz. De, "imge, acizdir; kendi başına bir gücü yoktur." Bu nedenle, kişinin gücü boşa gitmiş oluyor.

"Kuvvetli duyguların etkili gücünden yoksun olan narsisist, eksikliğini giderebilmek için güç ihtiyacı ve arayışı içindedir."

"Gücün önemli rol oynadığı bir ilişkide sevgi olamaz."


"Güç oyunu oynayanlar neden hiçbir zaman yeterince güç sahibi hissetmiyormuş gibi görünürler? Bu soruya cevap verebilmek için tanımlamanın ego düzeyinde geçerli, bedensel düzeyde ise bir hayal olduğunu anlamalıyız. Güç imgeye enerji verebilir, ancak benlik ve duygular üzerinde hiçbir anlamı yoktur. İmgeye aşırı yatırım benliği zayıflatır."

Peki duygularımızı nasıl kaybediyoruz? Daha doğrusu onlar her zaman bizimle, ama biz onları nasıl görünmez hale getiriyoruz? "Ebeveynler, çocuğa ağlamayı kesmemesi halinde ağlamasına neden olacak bir şey yapacaklarını söyleyerek açık bir düşmanlık sergiler ve ağlamasını durdurmak için çocuğa vururlar. Böyle bir tepkiyle karşılaşan çocuk ağlamaya nasıl devam edebilir? Bunun da ötesinde, çocuk gülümseyene kadar kimsenin onu sevmeyeceği fikrini aşılayan anne babalar bile vardır. Hastalarımın ağlamakta zorlanması beni şaşırtmıyor."

"Her birimiz, bizi diğer insanlardan ayıran özelliklerimiz ve kabiliyetlerimizle eşsiziz. Ancak bu bizi özel yapmaz, çünkü diğerlerinin de bizim sahip olmadığımız birtakım özelliklere ve yeteneklere sahip olduklarını biliriz. Eğer akıllıysak kimliğimizi özel yeteneklerimizin üzerine inşa etmeyiz."

"Bir insan özel olabilmek için hislerini inkar etmek zorundadır, çünkü onlar da olağandır. Herkes sever, nefret eder, öfkelenir, üzülür, korkar vb.  Özel insan bedenin ve onun hislerinin üzerindedir."

"Kişinin asıl gereksinimleri imge yoluyla asla tatmin edilemez."

"Ebeveynler sevgisiz bir yaklaşım gösterdiklerinde çocuk bir delilik durumu içinde olduğunu hisseder. Bu bir anlam ifade etmez. Fakat bir çocuk annesine, 'Bak deli gibi davranıyorsun, beni sevmen gerekir,' diyebilir mi? Çocuk bunu söylese bile annesi şöyle cevap verebilir: 'Seni seviyorum ama sen kötü bir çocuksun.' İyi ve kötü, çocuğun yavaş yavaş öğrenebileceği karmaşık kavramlardır. Çocuğun o anki tepkisi şöyle düşünmek olur: 'Benimle ilgili yanlış bir şey olmalı. Deli olmalıyım, çünkü her ne yaparsam yapayım annemin beni bunlardan bağımsız olarak sevmesini bekledim.' Anne gerçekliğin son yargıcı olduğundan, çocuk onun konumunu anlamlı ve sağlıklı olarak kabul etmelidir. Dolayısıyla çocuğun doğal olarak hissettiği sevgi ve özlem duygusu bir delilikmiş gibi görünmeye başlar."

Bu, bize ebeveyn kabul-red olayının ilerde ne tür tahribatlara götürebileceğini gösteriyor.

"İnsan yalnızca duygularını ifade ederek gerçek benliğiyle temas kurabilir. Bu yavaşça ilerleyen bir çalışmadır, fakat hem fiziksel savunmaların (kas gerilimleri) hem de psikolojik savunmaların (inkarlar) azaltılması gerekir."

"Anne veya babasının, ihtiyaçlarına tepki göstermemesini ne bir bebek ne de bir çocuk anlayabilir. Çocuğun gerçeklik hissi altüst olur."

Gelelim ceza meselesine:

Ceza uygulanmalı mı, uygulanmamalı mı; çok sorulan bir sorudur. İşte sana kriter: Cezayı kendini tatmin etmek için mi verdin; yoksa karşındaki kişi öğrensin diye mi?

"Çocuk yetiştirmede cezaya yer verilebilir, ancak birçok vakada ceza, ebeveynin baskı altındaki öfke ve hiddetinin terbiye etme kisvesi altında boşaltılmasına hizmet eder. Çaresiz ve bağımlı olan çocuk bunu kabul etmelidir ya da daha büyük bir hiddet riskini göze almalıdır. Bu tür bir uygulamaya maruz kalan çocuğun kişiliğine ne olur?"

"Çocuklar, oyunların onlara vereceği zevklerin tamamını hissedebilmeleri için, öğrenme gibi bir gizli amaç olmaksızın rahat bırakılmalıdırlar."

"İmge canlılığın antitezidir ve bu nedenle imge çok büyük bir önem kazandığında canlılık bu durumdan zarar görür."

"'İyi' yaşamın gerçekdışılığı, görüntüsüne ve zevk tuzaklarına rağmen, neşesiz oluşunda yatar. Maui adasındaki Kaanapali kentinde harika bir lüks otel olan Hyatt Hotel'deki insanlara baktığım zaman, yüzlerinde ve bedenlerinde neşeden bir iz bulamadım. Havuzda oynayan çocuklar hariç, tatil yapanların gözünde hayat dolu bir pırıltı göremedim. Bu genel gözlem orada bulunan herkes için geçerli olmayabilir, ancak 'iyi' yaşamın histen çok bir gösteri olduğu varsayımımı destekliyor."

"Eminim bazılarımız egoyu direksiyondan alıp arka koltuğa geçirdiğimiz ve içimizdeki çocuğu kahkaha atıp sevmesi için serbest bıraktığımız anlarda sevinci hissetmişizdir. ne yazık ki masumiyetimizi çok çabuk kaybediyoruz ve bu kaybı ödüllendiriyor olmamız çok daha büyük bir talihsizlik. Bizi alay edilebilir ve incinebilir kıldığından masum olmayı istemeyiz. Tecrübeli olmayı isteriz, bu bize üstün olduğumuzu hissettirir."

Neticede, üç nokta arka arkaya..

2 Mart 2015 Pazartesi

Göçebeler ve Osmanlılar



Osmanlılar, başta göçebe idi; ama sonra "göçebeler, Osmanlı gözündeki odak nokta olma özelliklerini ve eski değerlerini yitirdiler."

"1969 ve 1978 yılları arasındaki çalışmalarım sırasında tanık olduğum çürümeye terk edilmiş belgeleri kolay unutamayacağım."

15 Şubat 2015 Pazar

Gelecek Yakın (Abdullah Gül)

Abdullah Gül, tarzı ile bana ilham veren bir kişi. Bu kitapta dikkat çeken ilk anektod, "gazoz satamayan çocuk" olması:

"Bir gün amcam benim ticari kabiliyetimi denemek üzere dedemin dükkanına geldi. Buz dolu kovanın içinden bir şişe gazoz aldı ve yüksek sesle bağırdı: "Buz gibi gazoz! Buz gibi gazoz! 32 dişe keman çaldırır!" Bu şekilde bağırmam gerekiyordu. O tarihlerde bu yöntem etkili bir pazarlama stratejisiydi. Güçlü sesiyle dükkanın etrafındaki insanların dikkatini üzerine toplayan amcam, çok sayıda gazozu hemen orada sattı. Sonra benim de aynı şekilde satış yapmamı istedi. Ne var ki, ben onun kadar yüksek sesle bağıramayacak kadar utangaçtım ve kovadaki gazozları satma konusunda çaresiz bir şekilde başarısız oldum. Ve tabii bu da benim iş hayatımın sonu oldu!

Eğer o gün orada gazoz satmayı başarabilseydim, bugün muhtemelen Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı olmayacaktım! Öte yandan, şayet o gün gazozları satmakta muvaffak olsaydım, tıpkı Kayserili işadamı olan hemşerilerim gibi bugün ben de zengin bir işadamı olabilirdim.

Dolayısıyla, bazen liderlik başarısızlıklardan da neşet edebilir. Esasen, başarısızlıklarımız hayatımızda çok önemlidir. Zira başarısızlıklarımız, bizi zor, ancak ulaşılabilir seçeneklerle baş başa bırakırlar. Başarısızlıklarımızdan ders alırız ve çabalarımızın karşılığını almak için daha çok çalışırız."

"Siyasi söylemimde mütevazı, hoşgörülü ve alçakgönüllü olmayı ve yapıcı bir siyaset dili kullanmaya gayret gösterdim. Profesyonel, siyasi ve diplomatik kariyerim boyunca işlerimde ve ilişkilerimde çoğu kez, sabırlı, itidalli, azimli ve pragmatik oldum. Ama ilkelerin, pragmatik fırsatçılıkla çatıştığı temel meselelerde, sezgilerim ve vicdanım her zaman ilkelerimden yana olmuştur. Ve ilkelerim için sonuna kadar mücadele etmişimdir."

"Aslolan şartların ürünü  olan fikirler değil, şartları değiştiren fikirlerin üretimidir."

"Gençleri yönetilmesi gereken bir kitle olarak değil, yönetime hazırlanan, kendisine, görüşlerine ve yaptıklarına değer verilen bir toplumsal güç olarak kabul etmeliyiz."

Bir işi hakkıyla yapmanın önemine bakar mısınız? Fonuna katkıda bulunduğumuz yapılara proje üretmediğimiz için diğer ülkeleri desteklemişiz!

"Avrupa Birliği Çerçeve Programları bünyesinde, Türkiye 6. Çerçeve Programına 250 milyon avro vermişti; milli gelirimizden. Ama 4 sene içerisinde, ödediğimiz 250 milyon avronun karşılığında sadece 52 milyon avroluk proje teslim etmiştik. Ve biz 200 milyon avroyla Avrupa'nın en gelişmiş ülkelerini sübvanse ettik. Aslında Türkiye'nin kapasitesi olduğu halde, yeteri kadar proje vermediği için, bu fonlardan faydalanamamıştık. Çünkü kurumlarımız arasında kopukluk vardı. Yeteri kadar bilgilendirme, yeteri kadar motivasyon yoktu."

"Yani bilimde Almanları, Fransızları, İngilizleri sübvanse etmiştik. Niçin? Çünkü Türk üniversiteleri ve Türk araştırma-geliştirmecileri yeteri kadar proje vermemişlerdi. Ancak kendine güvenen büyük üniversiteler, ODTÜ, Boğaziçi, Bilkent gibi üniversiteler YÖK'ü dinlemez ve TÜBİTAK'la temasa geçerler; diğerleri de çekinirdi. Yani böyle garip durumlarımız vardı ve neticede biz oturduk, kendi aramızda "Avrupa bilim dünyasından çıkalım mı, çıkmayalım mı?" konusunu tartıştık. Çünkü Türkiye, Alman, Fransız, İngiliz bilimadamlarını sübvanse edeceğine; onlardan faydalanmalı, ilim almalıydı. Bugünse, ödediğimizden daha çoğunu almaya başladık. Çok yakından takip ediyorum. O acı durumları bildiğim için, sık sık YÖK başkanına, TÜBİTAK başkanına sorarım "Nasıl gidiyor?" diye."



6 Şubat 2015 Cuma

Daha Ne Olsun (Kurt Vonnegut)





"Daha ne olsun" demeyi unutmamayı öneriyor. Bir kişi ne iş yapıyorsa yapsın, umut veren, ilham kaynağı biri olmak için ayrıca motive olmalı bence. Bu yazar, bunu başarmış.






Çok doğru tespitlerden biri: "Makam ve yaşlarının güvenliğinde bizleri savaşa sürükleyen politikacılara öfke..." Bu kendini garantiye almış her kişi için geçerli.




Büyük öfke ve deva bulunmazsa nefretin nasıl bir güç kaynağı olabileceği: "Kendinizi beş metre boyunda ve hiç durmadan yüzlerce kilometre koşacak gibi hissetmek isterseniz..."




Bir şey nasıl böyle anlatılabilir :)  --- "Bilgisayarı tarafından yutulmuş bir damadım var."




Doymak bilmemek ile simetriği arasındaki fark böyle anlatılabilir:


Çok büyük parayı bir günde kazanan biri için: "Bende onun hiç sahip olamayacağı bir şey var. Yeterince kazandığımı bilmek."




"Aranızda Thomas Jefferson hakkında ileri geri konuşmama bozulan varsa kusura bakmasın. Yangın yokken "yangın var!" diye bağırmak haricinde canım ne isterse söyleyebilirim çünkü ABD vatandaşıyım. Hükümetinizin varlık sebebi, renk, ırk ve din ayrımı gözetmeksizin sizin veya başkalarının alınganlığını, bozulmasını engellemek değildir ve olmamalıdır."




"İktidar yozlaştırır ve mutlak iktidar bizi mutlak yozlaşmaya götürür. İnsanoğlu, güçle sarhoş olan şempanzedir. Bu tür sarhoşluğu ben de tattım: Bir zamanlar onbaşıydım."




"İnsan yapısının kusurlarından biri, herkesin inşa etmeyi istemesi, ama kimsenin bakımla uğraşmak istememesidir."




"İyi öğretmenleri hatırladığımızda adı aklıma gelen öğretmen bana bir defasında "sanatçıların yaptığı nedir?" diye sormuştu. Bir şeyler gevelemiştim. "İki şey yaparlar" demişti o zaman. "Birincisi, evrenin tümünü düzeltemeyeceklerini itiraf ederler. İkincisi, evrenin en azından minnacık bir parçasını tamı tamına olması gerektiği hale sokarlar. Bir avuç kil, dört köşe bir tuval, bir parça kağıt, falan."