21 Aralık 2014 Pazar

Sakız Sardunya



İnsan olmaya dair bildiklerimizi hep çocukken başlıyoruz öğrenmeye. Ama bazı kişiler, sonradan anlatacaklarını seziyorlar bence.

Bak paşa çayı:)

"Bak bunun adı paşa çayı, dedi anneannesi. Az çay, bol su, biraz da bal.

Kızlara paşa çayı olur mu hanım, dedi dedesi gülerek. Kızlardan paşa olmaz ki.

Doğru, onunki peri çayı olsun o zaman."

Hele şuna bak:

"Bu kadar çok yemeği nasıl yiyecekler?

Yemeseler bile çıkarmak gerek.

Neden?

İkram evladım. Komşularına ne kadar fazla ikramda bulunursan o kadar değer veriyorsun demektir. Sadece iki çeşit çıkarırsan, bu ne anlama gelir?

Bilmem.

Sana önem vermiyorum anlamına gelir! Ayıp olur.

Sakız Sardunya'nın kafası karışmıştı. - Ama siz bana her zaman, yemek artırmayalım, günah olur, dersiniz. Bu kadar yemeği yiyemeyeceklerine göre artacak, yazık günah değil mi?

Anneannesi durakladı - Bu kadar akıllı olma evladım, dedi gülerek."

Dedesinin şu kaçısı var ya, eve kadınlar doluşmadan önce canım babamın kaçışını anımsattı:

"Dedesi Kahraman Bey şapkasını, bastonunu alıp kahvehaneye gitmişti. Çıkmadan önce göz kırparak -Ben kaçıyorum evladım, sen de kendini kurtar, demişti şakadan."

Şu  sinemasal betimleme aynı zamanda nasıl böyle gerçekçi olabiliyor:

"Sakız Sardunya yavaş adımlarla salonun ortasına doğru ilerledi. Kadınlar ve çocuklardan oluşan topluluk merakla ona bakıyordu. Hatta kucaktaki bebek bile ağlamayı kesmiş, onu seyrediyordu."

Yaa cadı klişesi de bitti:

"Siz çocuksunuz, ben de cadıyım. Demek ki size kötü davranmam gerek.

Yani yapmak istemediğin bir şeyi sırf senden öyle beklendiği için yapacaksın, öyle mi, dedi Sakız Sardunya.

Cadının aklı karışmıştı. - Evet!

Cadı da olsan değişebilirsin. Eğer gerçekten istersen, nazik biri olabilirsin.

Nazik olursam kendim olamam; cadılar kötüdür.

Sırf diğer cadılar fena diye sen de öyle olmak zorunda değilsin. Sen farklı birisin. Senin ayrı bir beynin, kişiliğin var.

Ben aslında kimseye kötülük yapmak istemiyorum. Sonra bütün çocuklar benden nefret ediyor. Halbuki ben sevilmek istiyorum. Cadı olmak çok zor.

O zaman sen de fenalık yapmayı bırak.

Hmm.. Belki minicik bir kötülük yapabilirim."


14 Aralık 2014 Pazar

Cahil Hoca


Anlamak kolay değil. Ben en baştan özetleyeyim: Yazara göre, bir kişi, herhangi bir kişi, kendisinin bilmediği bir şeyi diğer birine öğretebilir. Bu, statülerine tapan kişiler için çok korkunç bir ütopya ama, yazar buna öyle inanmış ki, bence akılda bulundurmaya değer.

"İnsan evlatlarının en iyi öğrendiği şey, hiçbir hocanın onlara öğretemeyeceği ana dilleridir. Çocuklarla konuşuruz, onlar etraftayken konuşuruz. Onlar da duyup kaparlar, taklit edip tekrarlar, yanılıp kendi kendilerini düzeltirler, şans eseri başarıp yöntemli olarak baştan alırlar: Açıklayanların onlara bir şey öğretemeyeceği kadar küçük yaşta, hepsi -cinsiyetleri, toplumsal durumları ve derilerinin rengi ne olursa olsun- anne ve babalarının dilini anlayıp konuşmaya kadirdir."

"Derken, dili açıklamayan hocalardan konuşmayı kendi zekasıyla öğrenmiş çocuk, kelimenin gerçek anlamıyla öğrenim görmeye başlar. Artık şimdiye kadar kendisine hizmet etmiş zekanın yardımıyla bir şey öğrenemeyeceği varsayılır; öğrenme ile doğrulama arasındaki özerk ilişkinin artık yabancısıdır sanki. İkisi arasına bundan böyle bir matlık girmiştir. Anlamak gerekiyordur. Sadece anlamak kelimesi bile her şeyin üstüne bir örtü atar: Anlamak çocuğun bir hoca olmaksızın, ileride de -belli bir ilerleme sırası içinde sunulan- anlaşılacak konulara göre hocalar olmaksızın artık yapamayacağı bir şeydir."

"Açıklayana dayalı sistemin mantığını yıkmak lazım. Anlama konusundaki kapasitesizliği tedavi etmek için açıklamaya ihtiyaç yoktur. Aksine açıklayana dayalı dünya tasavvurunu yapılandıran kurmaca, işte bu kapasitesizliktir. Anlayamayanın açıklayana değil, açıklayanın anlayamayana ihtiyacı vardır; anlayamayanı bu vasfıyla kuran, var eden o açıklayandır. Birine bir şeyi açıklamak, her şeyden önce, ona kendi başına anlayamadığını göstermek demektir. Açıklama, pedagogun edimi olmazdan önce, pedagojinin mitidir- bilgin zihinler ve cahil zihinler, olgun zihinler ve toy zihinler, anlayabilen ve anlayamayan, zeki ve aptal şeklinde ikiye bölünmüş bir dünya meselidir."

"Bir zekanın bir başka zekaya tabi kılındığı yerde aptallaşma vardır."

Yani kendi zihnimizi kullanmadıkça aptallaşıyoruz.

"Öğrenciyi özgürleştirirsek, yani onu kendi zekasını kullanmaya zorlarsak, hoca bilmediğini öğretebilir. Bir zekayı, ancak içinden çıkmayı kendine zorunlu gördüğü takdirde çıkabileceği, keyfi bir çembere kapatandır hoca dediğimiz. Cahili özgürleştirmek için insanın kendisinin özgürleşmiş olması, yani insan zihninin gerçek gücünün bilincinde olması gerekli ve yeterlidir. Hoca cahilin yapabileceğine inanır ve onu kapasitesini kuvveden fiile çıkarmaya ikna ederse eğer, cahil o zaman hocanın bilmediği şeyi öğrenir."

"Bilgin hoca, bu zihinsel kudret artışını kendi ilminin düşüşü olarak görecektir. Cahilse kendi kendine öğrenebileceğine, hele ki bir başka cahile bir şey öğretebileceğine inanmaz. Zeka dünyasından dışlananlar dışlanma kararlarını bizzat imzalarlar."

Çok acı değil mi, kişinin kendini kapasitesiz ilan eden bir numaralı kişi olması?

"Her birimizin içinde uyuklayan zekaya şunu söylemek yeter: Yaptığını yapmaya devam et, yapmayı öğren, taklit et, kendini tanı, doğanın seyri budur. Sana gücünün ölçüsünün gösteren rastlantı yöntemini yöntemli olarak tekrarla."

"İradenin yeni ilişkiler bulsun, kursun diye zekaya ilettiği enerjinin büyüklüğüne, küçüklüğüne göre zekanın tezahürlerinde eşitsizlik olabilir, ama zihinsel kapasite hiyerarşisi yoktur. İşte bu doğa eşitliğinin bilincine varmaya ve bilgi ülkesine doğru her türlü serüvenin önünü açmaya özgürleşme denir."

"Mesele bir zekayı kendisine ifşa etmektir. Her şey bu amaca hizmet edebilir. Kah Telemak olur bu, kah küçük bir çocuğun yahut cahil bir adamın ezbere bildiği bir şarkı, bir dua. Cahilin bildiği, karşılaştırmaya yarayacak, bilinecek yeni şeyin raptedileceği bir şey illaki vardır. Okuyabilirsin dediğimiz zaman gözleri faltaşı gibi açılan şu çilingire bir bakın. Harfleri bile bilmiyor. Yine de şu takvime bir göz atsa ayların sırasını bilmeyecek mi; ocağı, şubatı, martı... tahmin edemeyecek mi? Biraz saymayı bilir. Yazılanı tanımak için satırları saymasına kim engel olacak? Adının Guillaume, doğum gününün 16 Ocak olduğunu bilir. Kelimeyi bulmayı başaracaktır. Şubatın 28 çektiğini biliyor. Sütunlardan birinin diğerlerinden kısa olduğunu görür görmez 28'i bulacaktır. Ve benzeri. Hocanın ondan bulmasını isteyeceği, ona sorular sorup zekasının çalışmasını doğrulatacak bir şey olacaktır."

"Hocanın iki temel edimi bunlardır: Soru sorar, öğrenciden bir söz söylemesini ister, yani kendini bilmeyen ve ya ihmal eden zekadan bir tezahür bekler Bu zeka çalışmasının dikkatli yapıldığını, zorlamadan kaçmak için bu zekanın rasgele bir şey söylemediğini doğrular. Bunun için çok becerikli ve çok bilgili bir hocanın gerektiği mi söylenecek? Cevabı bilir ve soruları öğrenciyi doğal olarak oraya götürür. İyi hocaların sırrı budur: Sorularıyla öğrencinin zekasına gizlice yol gösterirler- zekayı çalıştırmaya yetecek ama tembelleştirmeyecek kadar gizlice."

"Sokrates sorularıyla Menon'un kölesini içindeki matematik hakikatleri fark etmeye sevk etmişti. Ama bu, bilgiye giden bir yol olsa bile, kesinlikle özgürlüğün yolu değildir. Köle hiçbir zaman yalnız yürümeyecektir; dahası, hocanın dersini aydınlatma amacı dışında, kimse ondan yürümesini de istemeyecektir. Sokrates, Menon'un kölesinin şahsında, aslında hep köle kalacak bir köleyi sorguya çekmektedir."

"Bu nedenle Sokratesçilik aptallaştırmanın kusursuzlaştırılmış bir biçimidir. Her bilgin hoca gibi Sokrates de öğretmek için soru sorar. Oysa bir insanı özgürleştirmek isteyen kişinin ona bilginler gibi değil herhangi bir insan gibi soru sorması gerekir, yani öğretmek değil öğrenmek için. Böyle bir şeyi de ancak öğrenciden fazla bilmeyen, ondan önce o yolculuğa çıkmamış olan, cahil hoca yapabilir."

"Komşusuna elindeki aleti nasıl kullandığını sormasından bir farkı yok bunun. Bilmediğimizi öğretmek, bilmediğimiz her şey hakkında sorular sormak demektir, o kadar. Bu tür sorular sormak için de ilme ihtiyaç yoktur. Cahil her şeyi sorabilir."

"Cahil, öğrencinin bulduğunu değil,  aradığını doğrulayacaktır. Dikkat edip etmediğine karar verecektir. Çalışma olgusuna karar vermek için de insan olmak yeter. Cahil hocanın öğrencisinden istemesi gereken şey, dersine dikkatli bir şekilde çalıştığını kanıtlamasıdır."

"İnsan öyle bir hayvandır ki konuşan ne dediğini bilmiyorsa bunu çok iyi fark eder... İnsanları birleştiren bağ işte bu kapasitedir."

"Arayan her zaman bulur. İlle de aradığını, hele ki bulması gerekeni bulmaz. Ama bildiği şey ile ilişkilendireceği yeni bir şey bulur mutlaka."

"Bütün bilimler basit ilkelere dayanır ve kavramak isteyen bütün zihinlerin, doğru yöntemi izledikleri sürece erişebilecekleri yerde dururlar."

"Her yerde gözlemlemek, karşılaştırmak, yan yana getirmek, yapmak ve nasıl yaptığını fark etmektir söz konusu olan. Bu düşünme süreci, bu kendine dönüş her yerde mümkündür. Ama bu kendine dönüş düşünen bir tözün saf tefekküre dalışı değil, zihinsel edimlerine, katettiği yola ve aynı zekanın yeni toprakları fethederek o yolda daha çok mesafe alması imkanına kayıtsız şartsız dikkat edişidir. İşleyen elin ve yetiştiren halkın eseri ile retoriğin bulutları arasında karşıtlık kuran, aptallığa devam eder. Bulut imalatı, en az ayakkabı ve kilit imalatı kadar emek ve zihinsel dikkat isteyen bir insan sanatıdır. Akademi üyesi Lerminier halkın zihinsel kapasitesizliği üstüne metinler yazıyor. Lerminier aptalın teki. Ama aptal dediğin avanak veya serseri değildir. Onun metinlerinde ahşabı, taşı veya deriyi dönüştüren emeğin, zekanın, sanatın iş başında olduğunu teslim etmezsek biz de aptal oluruz. Ancak Lerminier'in emeğinin hakkını verdiğimiz takdirde en alçakgönüllülerin eserinde kendini gösteren zekanın hakkını verebiliriz."

"Özgürleşmiş birinin asıl kadir olduğu şey özgürleştirici olmaktır: Bilginin anahtarını vermek değil, bir zekanın kendini başka her zekaya ve her zekayı da kendine eşit gördüğü zaman ne yapabileceğinin bilincini kazandırmaktır."

"Halkı aptallaştıran öğrenimsizlik değil, zekasının aşağı olduğuna duyduğu inançtır. Aşağı olanları aptallaştıran şey, üstün olanları da aptallaştırır."

"İnsan, bir zekanın hizmet ettiği bir iradedir."

Yani bizim sorunumuz, ikincil bir roldeki zekayı, başrolde sanmak.

"Zeka, birtakım fikirlerin terkibi olmaktan önce, dikkat ve arayıştır."

"Hırslılar, kendilerini kimseden aşağı saymamakla kazandıkları zihinsel gücü, kendilerini başka herkesten üstün saymakla kaybederler. Bizi ilgilendiren, her insanın kendisini herkesle eşit, herkesi de kendisiyle eşit saydığı zamanki gücünün keşfidir. İradeden kasıt, kendisini eylemde bulunarak tanıyan akıl sahibi varlığın işte bu kendine dönüşüdür. Zekanın hareketini besleyen işte bu rasyonalite yuvası, bu bilinç ve eylemde bulunan akıl sahibi varlık olarak kendine saygıdır. Akıl sahibi varlık her şeyden önce kudretini bilen, bu konuda kendisine yalan söylemeyen bir varlıktır."

"Hakikat birleştiriyor olabilir. Ama insanları birleştiren, bir araya getiren şey uyumsuzluktur. Devrim sonrası dönemde düşünen kafaları taşlaştıran şu toplumsal çimento tasavvurunu zihnimizden kovalım. İnsanlar insan oldukları için birleşirler, yani birbirlerinden uzak varlıklar oldukları için. Dil onları bir araya getirmez. Aksine dilin keyfiliği, onları tercüme yapmak zorunda bırakarak çabaları uğruna iletişime geçmeye zorlar. Aynı zamanda zeka bakımından ortaklığa sokar: İnsan öyle bir varlıktır ki, konuşan ne dediğini bilmiyorsa bunu çok iyi fark eder."

"İnsani tasavvurların yörüngeleri nadiren kesişir, pek az ortak noktaları vardır. Karman çorman hatları, özgürlüğü ve onu takip eden zeka kullanımını askıya alan aksaklıklar olmaksızın çakışmaz. Yörünge çakışması "aptallaşma" dediğimiz şeydir. Bu çakışma giriftleştikçe, fark edilmezleştikçe aptallaşmanın da neden derinleşeceğini anlıyoruz. Evrensel eğitime çok yakın görünen Sokratik yöntem işte bu yüzden en korkunç aptallaştırma biçimini temsil eder. Öğrenciye kendi bilgisini fark ettirme iddiasındaki Sokratik sorgulama yöntemi alında at terbiyecisinin yöntemidir: Geçişleri, ilerleyişleri, dönüşleri yönetir. Ona gelince, bir yandan zihin terbiyesini yönetirken emir verme onuruna erişip arkasına yaslanır. Zihin bir dolambaçtan öbürüne, yola çıkarken aklından bile geçirmemiş olduğu bir hedefe varır sonunda. Ona ulaşmış olmasına şaşar, geri döner, kılavuzunu görür, şaşkınlık hayranlığa dönüşür ve bu hayranlık onu aptallaştırır. Öğrenci, yalnız ve kendi başına bırakılmış olsaydı, o yolu takip etmemiş  olacağını hisseder."

"Kendi yörüngesinde olmayan kimsenin hakikatle ilişkisi yoktur."

"Jacotot, düşüncenin yasalarının dil ve toplumun yasalarıyla uyumu sonucunda garantilenen o korkak özgürlüğü zerre kadar istemez. Özgürlük hiçbir ezeli uyumla garantilenemez. Her bireyin kendi çabasıyla alınır, kazanılır veya kaybedilir."

"Zeka sadece bireylerde olur, birleşmelerinde değil. Zeka her bir zihinsel birimdedir; bu birimler birleştiklerinde ister istemez atıl ve zekasızdır."

"Dikkatsizlik öncelikle tembelliktir, çabadan geri durma arzusudur. Ama tembellik de bedenin uyuşukluğu değil, kendi kudretini küçük gören bir zihnin  giriştiği edimdir. Akla uygun iletişim, kendine saygı ile başkalarına saygının eşitliği üzerine temellenir."

"Hakikat kamusal alandaki hiçbir çatışmaya son vermez. İnsanla ancak bilinciyle, vicdanıyla baş başayken konuşur. İki bilinç arasında çatışma başladığı anda hakikat geri çekilir. Karşılaşmak isteyenler, hakikatın tek başına, kafilesiz gittiğini bilmelidir."

"Her aile dediğimi yapsa ulus çok geçmeden özgürleşmiş olurdu; kastettiğim halkın zekasıyla erişebileceği bir yerde tuttukları açıklamalarıyla bilginlerin bahşettiği özgürleşme değil, insanın kendi kendini eğitirken-icabında bilginlere karşı- kazandığı özgürleşmedir."

Bu çok güzel:

"Aslında ancak özgürleşmiş biri toplumsal düzenin baştan sona uzlaşım olduğunu rahatça anlar ve eşit olduğunu bildiği üstünlere titizlikle itaat edebilir ( heh heee:) . Toplumsal düzenden ne bekleyebileceğini bilir ve büyük bir temizliğe kalkışmaz. Aptallar için korkacak bir şey yoktur, ama onlar bunu asla bilmeyeceklerdir."  :))))))))))))))))))))))))))))))))))

"Bilginlerin kurdukları derneklerin hilesi çok eskidir; dünya  bu dernekler tarafından hep aldatılmıştır, muhtemelen de hep aldatılacaktır. Dernekler kamuya sizin inceleme zahmetine girmenize gerek yok der."